Pages

22 Nisan 2011

Ekonomik Kriz Çıplakları da Terletiyor

Gün geçmiyor ki İspanya'dan gelen ilginç bir haberle karşılaşmayalım. Bu sefer de haber BBC'nin İspanya muhabirinden. Bask bölgesindeki bir spor salonu, haftanın belli günlerinde sadece çıplaklara hizmet verecek bir sistem geliştirmiş. Spor salonu sahibi, krizle beraber daha yaratıcı çözümlere gidilmesi gerektiği için böyle bir karar aldıklarını açıklamış. Çıplak spor yapmanın çok rahat olduğunu da sözlerine eklemiş. Tabi böylesine bir karar tartışmalara da yol açmıyor değil, spor sırasında terlenildiği için çıplak spor yaparken terin makinelere, yere ya da spor yapan diğer insanlara sıçrayacağı için bunun hiç de hijyenik olmadığını söyleyenler var. Spor salonu sahibi bu uygulamayı ekonomik krizle mücadele etmek için yürürlüğe koymuş olsa da şimdiye kadar sadece dört "naturist"in (doğallığı desteklediği ya da dini sebeplerden ötürü çıplaklıktan yana olan) spor yapmaya gelmiş olması onu baya bir hayal kırıklığına uğratmış.

Fotoğraf ve haberin kaynağı için: http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-13162118

19 Nisan 2011

Küresel Isınma Bizi Nasıl Sarhoş Yapar?

     Geçen hafta İspanya'nın güneyindeki Marbella bölgesinde düzenlenen "Üçüncü İklim Değişikliği ve Şarap Dünya Kongresi"nde tartışılan verilere göre küresel ısınma ile birlikte şaraplardaki alkol oranı daha da çok artacakmış. Bazı kırmızı şarapların tatlarında bozulmalar gözlenecek iken bazıları da renklerinden kaybedecekmiş. Beyaz şaraplara gelince, onlar da kendilerine has özelliklerinden olacaklarmış dünya daha da çok ısınırken. Maalesef üzümler artık sadece şaraba dönüşürken sıkılmıyorlar. "Ne olacak bu memleketin hali?" sohbetlerinin başlıca kaynağı olan rakının da ana maddesi olan üzümler, alkol oranı açısından kendi kendilerine yetebildiklerinden  "ne olacak bu dünyanın hali?" temalı sıkıntılı sohbetlerine daha günün ilk ışıklarıyla birlikte başlayabilecekler. Biz insanlara gelince, doğanın gözümüzün önünde yitip gitmesine en azından sarhoşken tanık olacağımız için çok da umursuyor olmayacağız sanırım.

Haberin kaynağı için: http://www.elpais.com/articulo/sociedad/vino/sera/alcoholico/calentamiento/global/elpepusoc/20110418elpepusoc_3/Tes

2 Ağustos 2010

200 Milyar Kez Maşallah!

   Twitter'ın 200 milyarıncı tweet'i Tokyo'lu bir grafik tasarımcısından geldi. Twitter'ın 10 milyar tweet'e ulaşması tam 4 seneyi bulmuştu ve bu sayıya geçen Mart ayında ulaşılmıştı. Tam 4 ay sonra bu sayının ikiye katlanmış olması hem Twitter'ın hem de sosyal medyanın geldiği noktayı vurgulaması açısından dikkat çekici. Artık şirketlerde sosyal medya departmanlarının ve sosyal medya uzmanlarının yer alıyor olması da sosyal medyanın gücünü gözler önüne seriyor. Çarpıcı mı yenilikçi mi ilerleyici mi korkutucu mu sizin takdirinize kalmış, ama sosyal medya denilen olgunun gündemimizi çok farklı açılardan uzun müddet meşgul edeceği çok net.

23 Haziran 2010

Masum Değiliz Hiçbirimiz...

     Belki hep aynı hikaye diye dinlemekten sıkılmış olabiliriz. Ya da bunları biliyoruz, ne kadar dillendirsek de çaresi yok, değiştiremiyoruz da diyebiliriz. Çok uluslu büyük şirketlerin, sosyal, politik ve ekonomik açıdan gittikleri ülkeye verdikleri zararlar, varoluşlarından beri tartışılagelmekte; son zamanlarda ise özellikle çevreye verdikleri zararlar dünya kamuoyunun gündemini çokça meşgul ediyor. BP'nin sebep olduğu, Meksika Körfezi kıyılarını cehenneme çeviren petrol sızıntısından sonra, şimdi de i-Phone 4'ün piyasaya çıkmasıyla beraber, telefonun Çin'deki üretim süreci sırasında ülkenin ağır metal kirliliğine maruz kaldığı tartışılıyor.
    


    The Guardian'da yer alan haberde, Çin'deki 34 çevre kuruluşunun, i-Phone 4 için bugüne kadar yaptığım en mükemmel ürün diyen Apple'in CEO'su Steve Jobs'a bu konudaki endişelerini dile getiren bir mektup yolladıkları; fakat henüz bir cevap alamadıkları belirtiliyor. Jobs'ın, böylesine nitelikli bir ürünü, sahip olduğu mükemmel özelliklerine rağmen düşük bir fiyatla satışa sunmuş olduklarından gurur duyuyor olduğunu dile getirmesi, akılları daha da karıştırıyor. i-Phone 4'ün maliyet miktarının az olmasının, telefonun Çin'deki üretim süreci sırasında ağır metal kirliliğini önlemek için alınması gereken tedbirlerden vazgeçildiği için mi kaynaklandığı akıllardaki en büyük soru işareti.




     Elimizde tutabildiğimiz o pek akıllı telefonlar sayesinde, yaşantımızın çok fazla kolaylaştığı ve hayatımızın teknoloji sayesinde nasıl da renklendiği, her birimizdeki teknoloji bağımlılığında gösteriyor kendini. Hayatımıza teknolojiyi böylesine sokmuşken, hep daha iyisini, daha hızlısını ve daha fazlasını istiyor olmaktan geri alamıyoruz kendimizi. Böylesine özellikleri olan bir telefon beni de heyecanlandırıyor ve birkaç aya elimde i-Phone 4 olur diye korkuyorum. Evet, teknoloji sayesinde hayatımızda birçok şey bir daha hiç geri dönülemeyecek şekilde değişti. Fakat bizi asıl ilgilendiren korkunç ve süratli değişimden teknolojiyi sorumlu tutamayız, her ne kadar teknoloji bu değişimi engellemeye muktedir olmasa da. Hırsımız ve açgözlülüğümüz yüzünden oluyor hepsi; hem bu dünyada bizden başka canlıların yaşamasına izin vermiyor oluşumuz, hem de yakında kendimiz için de soluk alabileceğimiz bir yerin kalmayacak olması...




http://www.guardian.co.uk/environment/2010/jun/23/iphone4-pollution-apple

12 Haziran 2010

Bir İç Savaşın Çocukları

    Çok zor aynı topraklarda yaşayan insanların düşman gruplara bölünüp silahlarını birbirlerine doğrulttuklarını hayal etmek. Aynı meydan kahvesinde bir önceki gün beraber kahvelerini yudumlarken, o sokaklar bu sefer aynı insanların birbirini katletmesine tanıklık ediyor. Ama yine de en zoru savaş bittikten sonra tekrar beraber o şehirde yaşayabilmek olsa gerek. Bu sefer de hiçbir şey olmamış gibi, birinin çocuğu diğerinin kuzenini hiç öldürmemiş gibi aynı sokakta yaşamak ve aynı fırından ekmek alabilmek. Bu yüzdendir ki bir iç savaş oldu mu bir ülkede,  o toplumun ortak hafızasına inanılmaz yaralar kazınır.


    Bugünlerde "Winter in Madrid" (Madrid'de Kış) romanını okuyorum, en çok ilgi duyduğum politik olaylardan İspanya İç Savaşı'nı daha iyi anlayabilmek için. İç Savaş öncesinde Madrid'e gitmiş olan kitabın baş kahramanı Harry, bugünün o çok güzel sokaklarını yıkık dökük, harap, yoksulluk içinde görüyor ve soruyor bir gün bu ülkenin insanları mutlu olabilecek mi diye. Harry nasıl ki bugünün şen şakrak Madrid'lilerini görmek istiyorduysa, ben de Madrid sokaklarını onun gördüğü gibi, anarşizm ve sosyalizm bayraklarıyla donatılmış olarak görmek isterdim. Hayranlıkla yürüdüğüm o sokaklarda insanların kurdukları bir hayalin izlerini takip edebilmek için.


    İç Savaş öncesinde sosyalist bir İspanya'nın hayalini kuranlar, bunu kısa bir süreliğine de olsa elde edebildiler, sonrasında da bu hayal uğruna öldüler. Ama belki de en büyük hayal kırıklığını sosyalizmi hayal edip de onun da başarısızlıklarını görenler yaşadı. Tarih olasılıklarla uğraşmaz derler, İç Savaş çıkmasaydı ve Franco hiç olmasaydı İspanyol modeli anarşist yönetim birimleri hayatta kalıp da başarılı olur muydu hiç bilemeyeceğiz. Bilebildiğimiz tek şey ise, ürettiklerini, yazdıklarını, düşüncelerini, hayallerini, aşık olduklarını ve hayranlarını geride bırakıp da mücadele ettikleri şeyin uğruna öldürülmüş olmanın korkunçluğu olabilir. Beni en çok etkileyen ölüm sahnelerinden biri, 2008 yapımı "Little Ashes" filminde İspanyol oyun yazarı ve şair Federico Garcia Lorca'nın ailesinin evinden alınıp da buğday tarlalarında öldürüldüğü sahnedir. "Little Ashes" Lorca, Dali ve en sevdiğim yönetmenlerden Luis Bunuel'in arasındaki ilişkiyi anlatması bakımından kesinlikle izlenmeye değer filmlerden biri. Filmle ilgili küçük bir dipnot vermek için, "Twilight" filminin başrol oyuncusu ve genç kızların kalbinde yarattığı fırtınalar sebebiyle ortalığı kasıp kavuran Robert Pattinson'ın Dali'yi canlandırıyor olduğunu söyleyebiliriz. Söz madem ki Dali'ye geldi, "Winter in Madrid" kitabında ressamın çok ilginç bir saptaması var. İspanya köylülerden oluştuğu için diyor Dali, demir bir yumruğa ihtiyacı vardır yönetilebilmek için. Bilmem ki size de bir yerden tanıdık geldi mi?


   Kim bilir, kimler kendi ülkesi için ne hayaller kurdu ve bu hayalleri kurarken daha gerçekleştiklerini göremeden öldürüldüler. Kitapta okuduğum Madrid'le benim gördüğüm Madrid arasındaki fark insana umut veriyor şehirlerin de insanların da nasıl döneşebileceğine dair. Biz bugün bir şehrin sokaklarında yaşarken kendi tarihimizin içinde yürüyoruz, hem geçmişte o sokakların nelere tanıklık etmiş olabileceğini tahmin etmeye çalışmadan hem de bizden sonraki tarihlerde yaşayan insanların o şehri nasıl göreceklerini bilemeden. İşte insan bu yüzden düşünüyor ister istemez, bir zaman makinesi olsaydı da mümkün olsaydı şehrimi her senesinde ve her halinde görebilmek; sonrasında da her haliyle sevebilir miydim diye sorgulamak.

2 Haziran 2010

Hangimiz biraz Homer değiliz ki?

   BBC'de yayınlanan habere göre, Entertainment Weekly araştırması sonuçları gösteriyor ki Homer son 20 yılın en iyi televizyon karakteri olarak seçilmiş. Gene aynı haber diyor ki Homer'ın bu kadar çok sevilmesinin en büyük nedenlerinden biri Homer'ın sürekli olarak bir şeyler yerken ya da bira içerken görülüyor olmasıymış. The Simpsons'un yaratıcısı Matt Groening ise bu durumu Homer'ın hepimizin içinde yer alan ama dışavuramadığımız içgüdüleri onun çok rahat bir şekilde dile getirebiliyor olmasından ileri geldiğini söylüyor.


   Tüm The Simpsons fanlarının en favori kahramanı vardır mutlaka ki, her ne kadar ben içlerinden bir ayrım yapamıyor olsam da. Ama Homer'la ilgili en çok neyi seviyorum diye düşündüğümde sanırım tam da Groening'in dediğine geliyor hislerim. Homer ne istiyorsa yapıyor hiç düşünmeden, kınanır mıyım, ayıplanır mıyım, benim için insanlar ne düşünür diye kaygılanmadan. Ama en çok da o kaba görüntüsünün altında karısı Marge'ı kırmamak için inceldiği anları ve sırf onun gönlünü kazanabilmek için ne yapsam diye kafa yorup giriştiği romantik çabalarından ötürü seviyorum onu. Hep içinden geleni yapıyor Homer, sevdiği ya da nefret ettiği için; ama hiç olması gerektiği için yapmıyor bir şeyleri.


   Gerek jeneriğindeki yaratıcılık dolu ince esprileriyle olsun, gerek başladığı konunun içindeki bambaşka bir olaydan bölümün geri kalanına dahil oluyor olmamızla olsun, gerekse popüler kültür ve zeka dolu şakalarıyla olsun kuşkusuz televizyon tarihinin en iyi dizilerinden The Simpsons. Bu yüzden Harry Potter'ı veya Vampir Avcısı Buffy'yi geçip de Homer'ın birinci sıraya oturmuş olması hiç de şaşırtıcı değil. Hiç bitmesin The Simpsons, daha yıllar sürsün istiyorum ve herkesin de içindeki Homer'ı biraz da olsa dışarı çıkartabileceği kadar pervasız olabilmesini diliyorum.


 Son zamanlardaki en sevdiğim video'yu da paylaşmazsam olmaz, Kesha'nın Tik Tok şarkısının Simpsons jenerik videosu


 http://news.bbc.co.uk/2/hi/entertainment_and_arts/10202115.stm
 

Labels

Homer (1) apple (1) bira (1) bunuel (1) dali (1) film (1) ispanya (1) iç savaş (1) lorca (1) madrid (1) sinema (1) teknoloji (1) televizyon (1) the Simpsons (1) twilight (1) çevre (1) şehir (1)

İzleyiciler