Pages

12 Haziran 2010

Bir İç Savaşın Çocukları

    Çok zor aynı topraklarda yaşayan insanların düşman gruplara bölünüp silahlarını birbirlerine doğrulttuklarını hayal etmek. Aynı meydan kahvesinde bir önceki gün beraber kahvelerini yudumlarken, o sokaklar bu sefer aynı insanların birbirini katletmesine tanıklık ediyor. Ama yine de en zoru savaş bittikten sonra tekrar beraber o şehirde yaşayabilmek olsa gerek. Bu sefer de hiçbir şey olmamış gibi, birinin çocuğu diğerinin kuzenini hiç öldürmemiş gibi aynı sokakta yaşamak ve aynı fırından ekmek alabilmek. Bu yüzdendir ki bir iç savaş oldu mu bir ülkede,  o toplumun ortak hafızasına inanılmaz yaralar kazınır.


    Bugünlerde "Winter in Madrid" (Madrid'de Kış) romanını okuyorum, en çok ilgi duyduğum politik olaylardan İspanya İç Savaşı'nı daha iyi anlayabilmek için. İç Savaş öncesinde Madrid'e gitmiş olan kitabın baş kahramanı Harry, bugünün o çok güzel sokaklarını yıkık dökük, harap, yoksulluk içinde görüyor ve soruyor bir gün bu ülkenin insanları mutlu olabilecek mi diye. Harry nasıl ki bugünün şen şakrak Madrid'lilerini görmek istiyorduysa, ben de Madrid sokaklarını onun gördüğü gibi, anarşizm ve sosyalizm bayraklarıyla donatılmış olarak görmek isterdim. Hayranlıkla yürüdüğüm o sokaklarda insanların kurdukları bir hayalin izlerini takip edebilmek için.


    İç Savaş öncesinde sosyalist bir İspanya'nın hayalini kuranlar, bunu kısa bir süreliğine de olsa elde edebildiler, sonrasında da bu hayal uğruna öldüler. Ama belki de en büyük hayal kırıklığını sosyalizmi hayal edip de onun da başarısızlıklarını görenler yaşadı. Tarih olasılıklarla uğraşmaz derler, İç Savaş çıkmasaydı ve Franco hiç olmasaydı İspanyol modeli anarşist yönetim birimleri hayatta kalıp da başarılı olur muydu hiç bilemeyeceğiz. Bilebildiğimiz tek şey ise, ürettiklerini, yazdıklarını, düşüncelerini, hayallerini, aşık olduklarını ve hayranlarını geride bırakıp da mücadele ettikleri şeyin uğruna öldürülmüş olmanın korkunçluğu olabilir. Beni en çok etkileyen ölüm sahnelerinden biri, 2008 yapımı "Little Ashes" filminde İspanyol oyun yazarı ve şair Federico Garcia Lorca'nın ailesinin evinden alınıp da buğday tarlalarında öldürüldüğü sahnedir. "Little Ashes" Lorca, Dali ve en sevdiğim yönetmenlerden Luis Bunuel'in arasındaki ilişkiyi anlatması bakımından kesinlikle izlenmeye değer filmlerden biri. Filmle ilgili küçük bir dipnot vermek için, "Twilight" filminin başrol oyuncusu ve genç kızların kalbinde yarattığı fırtınalar sebebiyle ortalığı kasıp kavuran Robert Pattinson'ın Dali'yi canlandırıyor olduğunu söyleyebiliriz. Söz madem ki Dali'ye geldi, "Winter in Madrid" kitabında ressamın çok ilginç bir saptaması var. İspanya köylülerden oluştuğu için diyor Dali, demir bir yumruğa ihtiyacı vardır yönetilebilmek için. Bilmem ki size de bir yerden tanıdık geldi mi?


   Kim bilir, kimler kendi ülkesi için ne hayaller kurdu ve bu hayalleri kurarken daha gerçekleştiklerini göremeden öldürüldüler. Kitapta okuduğum Madrid'le benim gördüğüm Madrid arasındaki fark insana umut veriyor şehirlerin de insanların da nasıl döneşebileceğine dair. Biz bugün bir şehrin sokaklarında yaşarken kendi tarihimizin içinde yürüyoruz, hem geçmişte o sokakların nelere tanıklık etmiş olabileceğini tahmin etmeye çalışmadan hem de bizden sonraki tarihlerde yaşayan insanların o şehri nasıl göreceklerini bilemeden. İşte insan bu yüzden düşünüyor ister istemez, bir zaman makinesi olsaydı da mümkün olsaydı şehrimi her senesinde ve her halinde görebilmek; sonrasında da her haliyle sevebilir miydim diye sorgulamak.
 

Labels

Homer (1) apple (1) bira (1) bunuel (1) dali (1) film (1) ispanya (1) iç savaş (1) lorca (1) madrid (1) sinema (1) teknoloji (1) televizyon (1) the Simpsons (1) twilight (1) çevre (1) şehir (1)

İzleyiciler